Sayfalar

10 Ekim 2014 Cuma

Ateist olan misyonerin hikâyesi


Daniel Everett, Brezilya'daki Piraha topluluğunu Hıristiyanlıkla tanıştırmak amacıyla Aralık 1977'de yola çıktı. 26 yaşındaki misyonerin yanında eşi ve üç çocuğu da vardı.

Amazon ormanında yaşayan Pirahalar 'zorlu' bir topluluktu. Çünkü hiçbir misyoner Piraha'ların dilini öğrenememişti. Üstün bir dil öğrenme becerisine sahip olan Everett'in asıl görevi, Piraha'lara Hıristiyanlığı bizzat öğretmekten ziyade, İncil'i onların diline çevirmekti.

Çünkü Everett ve eşi Karen'in bağlı olduğu Enstitü'nün (Summer Institute of Linguistics: SIL) hedefi İncil'in tüm dillere çevrilmesini sağlamaktı.Everett ailesi göreve çıkmadan önce sıkı bir 'dilbilim ve hayatta kalma' eğitiminden geçmişti.

Daniel Everett hakikaten yetenekliydi. Piraha'larla sıcak ilişkiler kurmakla kalmamış, nispeten kısa bir sürede, dillerini kavramayı başarmıştı. O da diğer misyonerler gibi, ilişki kurduğu halkın yaşam biçimine uyum sağlamaya çalışıyordu. Böylece Hıristiyanlığı yerlilere aşılama yollarını kolayca keşfedebiliyordu. Misyonerlerin en kolay hedefi, 'anlam bunalımı' geçiren, 'yönünü kaybetmiş' ruhlardı. Ancak değişmeye başlayan Daniel idi. Bir süre sonra ateist oldu çıktı. İnanç yitiminde birçok faktör rol oynuyordu: Çocukluk yılları, aile, eğitim, çevre. Peki, Piraha'ların bunda etkisi neydi? Bunu anlamak için onlara daha yakından bakmak gerekiyordu.

Everett'in o güne dek öğrendiklerinin hiçbiri Piraha'lara uymuyordu.
* Örneğin sayı sistemleri yoktu. Hiçbir Piraha'ya ne 1'den 10'a kadar saymayı öğretebilmişlerdi, ne de örneğin 3+2'nin kaç ettiğini...
* Ayrıca "hepsi, her biri, bütün, tamamı" gibi kelimeleri de yoktu.
* Renk sistemleri ise siyah, beyaz, (sarı anlamına da gelen) kırmızı ve (mavi anlamına da gelen) yeşilden ibaretti.
Ancak hiçbiri tek bir kelimeyle ifade edilmiyordu. Siyah için 'kirli kan', beyaz için 'o şeffaf', yeşil için 'henüz olgunlaşmamış' diyorlardı.
* Piraha'larda 'Yüce Yaratıcı'yı ifade eden bir kavram (Tanrı, İlah, Ulu Baba, vb) ve dini inanç yoktu. Aynı şekilde yaratılış mitolojileri de bulunmuyordu.
* Dede Korkut Hikâyeleri, 1001 Gece Masalları gibi geleneksel anlatıları da yoktu.

Piraha kültürünün en önemli ilkesi 'doğrudan deneyim' idi. Direkt olarak tecrübe edilmemiş şeylere inanmıyor, onun hakkında konuşmak da istemiyorlardı. Herhangi bir olay ya kendileri ya da iyi tanıdıkları bir kişi tarafından yaşanmış olmalıydı. Everett, Hz. İsa hakkında söz edince onlar da dalga geçercesine soruyordu: "Hey Dan, İsa neye benziyor? Teni bizimki gibi koyu mu, yoksa seninki gibi beyaz mı?" Hiçbir açıklama Piraha'ları tatmin etmiyordu: "Nasıl yani" diyorlardı, "hayatta hiç görmediğin ve konuşmadığın bir adama mı inanıyorsun?" Arkadaşı Kohoi'nin söyledikleri de sarsıcıydı: "Bak Dan... Sürekli İsa'dan bahsediyorsun. Bizse içkiden ve kadınlardan hoşlanıyoruz. Seni seviyoruz. Ama İsa'yı istemiyoruz. Artık İsa'dan söz etme. Olur mu?"

Yıl 1983'tü. Daniel Everett, Hıristiyanlığı yayma görevinin tamam mı, devam mı aşamasına vardığını anlamıştı.

Bugün 58 yaşında olan antropolog ve dilbilimci Daniel Everett'in geçen pazar başladığımız hikâyesine devam ediyoruz...

17 yaşında kendini Hıristiyanlığı yaymaya adayan Daniel'in yaşamı, Amazon'daki Piraha topluluğu ile tanıştıktan bir süre sonra değişmeye başlamıştı. Dillerinde sayı ve renk yelpazesi bulunmayan Pirahaların, Tanrı inançları ve dinleri de yoktu. Piraha kültürünün en önemli noktası ise 'doğrudan deneyim' ilkesiydi. Yani bir Piraha, ancak gözüyle gördüğüne ya da güvendiği bir kişinin sözlerine inanıyordu.

İncil'de yer alan ya da Daniel'in anlattığı dini öyküler onları hiç ilgilendirmiyordu. Çünkü Daniel, Hz. İsa'yı bizzat tanımamıştı. O güne kadar teolojiyle yetinmeyip kapı kapı dolaşarak envai çeşit insana Hıristiyanlığı anlatmış, ateistlerle ateşli tartışmalara girmiş, vaazlar vermiş olan Daniel, Piraha kültürü karşısında çaresiz kalmıştı. İmanı aşılayacak uygun bir ortam, bir yarık, bir sızma noktası bulamıyordu.

Öte yandan Daniel, sadece iyi bir dindar değil, aynı zamanda iyi bir bilimci olarak da yetişmişti. Somut kanıtlar, bilimin olmazsa olmaz parçasıydı. Pirahalar, "Bizzat tanımadan Hz. İsa'ya nasıl inanıyorsun" diye sorarken, Daniel'in bilimci yönüne dokunuyorlardı: "Tanrıyı hiç gördün mü? İsa ile tanıştın mı? Ölünce cennete gideceğini nasıl biliyorsun?" Pirahalara göre Daniel'in inancı, batıl itikattan başka bir şey değildi.

Daniel açısından da durum çok garipti: Diliyle, kültürüyle, ekonomisiyle Pirahanın bir insan topluluğu olduğu apaçıktı. Ancak bu insanlar dinle, inançla ilgili hiçbir temel varsayıma uymuyordu. Örneğin, 'İnsanlar inançsız yaşayamaz' lafı burada geçerli değildi. Bal gibi de yaşıyorlardı! Sonraki yıllarda keşfedildiği iddia edilecek olan 'Tanrı geni' (Tanrı inancına sahip olmamıza yol açan gen) Pirahalarda yoktu işte. Pirahalar vicdanlı ve ahlaklı insanlardı. Ancak doğaüstü bir kurucu irade fikrine sahip olmadıkları için, günah kavramına da yabancıydılar. Dünyayı olduğu gibi kabul ediyor, çevreyi ve insanları belli bir soyut kalıba uydurmaya çalışmıyorlardı.

Geçen yazıda da belirttiğim gibi inanç kaybında birçok faktör rol oynar: Çocukluk, aile, eğitim, çevre... Daniel Everett'te de bunların etkisi vardı mutlaka. Ancak Pirahalarla kaynaşmak bardağı taşıran damla olmuştu. 1980'lerin ikinci yarısında Daniel artık bir tanrıtanımaz haline gelmişti. Bunu kendi de açıkça söylüyordu. Ama derdi büyüktü: Bir misyoner kızı olan eşi Keren'e ne diyecekti? İncil'i yaymak için küçük yaşta Amazon ormanlarına götürerek sıtma olmalarına yol açtığı çocuklarına vaziyeti nasıl izah edecekti?

Misyondaki arkadaşlarına, çalışmalarını destekleyen inançlı işadamlarına ne anlatacaktı?

Daniel'in en büyük endişesi ailesinin dağılmasıydı. Yıllarca düşündükten sonra gerçeği açıkladı. Ve korktuğu başına geldi! Artık Tanrı'ya inanmadığını söylediğinde birçok yakını Daniel'i terk etti. Evliliği sona erdi. "Büyük hakikatin baskısından kurtularak özgürleşmek" ona pahalıya mal olmuştu: Üç çocuğundan ikisi, babalarıyla selamı sabahı kesmişlerdi.

İnternette Daniel Everett'in bir konferansını izledim. Pirahaca konuşarak espriler yapıyordu. Dıştan bakınca mutlu görünüyordu. İçini bilemem.