Sayfalar

18 Ağustos 2015 Salı

Gezi parkı olayları

#gezi ne bir darbe girişimi ne de bir hükumeti yıkma girişimidir.
Yeşili korumak isteyenlerden oluşur.

#gezi sadece Taksim'deki ufak bir park ve 3-5 ağaç değildir.
Aynı duyguyu farklı şehirlerde yaşayan kişiler, protestoları kendi şehirlerine taşımışlardır.

#çapulcu Rant uğruna doğadan koparılmak istenen her fidanı, her karış toprağı, her akarsuyu ve her koyu korumak için direnen kişidir.
Bu çapulcuların başkaldırısı baskı ve "ne yaparsanız yapın. orası için karar verdik. yapacağız" diyen düzene karşıdır.

#çapulcu lideri, karargahı, dini, cinsiyeti, yaşı, memleketi yoktur.
Tamamen bağımsız bir harekettir, hiçbir siyasi partinin kapsamında değildir.

#gezi geniş katılım almıştır.
Protestolar sırasında travestileri, kutlama yürüyüşlerinde ise LGBT üyelerini gördük. Kendilerini ilk defa bu kadar rahat ve özgür ifade ediyorlardı.

#gezi tüm dünyanın ve hatta ülkenin (!) desteğini almıştır.
Doktorlar yeminlerinin gereğini yerine getirdi. Gazdan etkilenenlere ( Ne olduğundan habersiz sokak hayvanlarına bile ) limon, sirke, su ile yardım edildi.

#gezi korkunun yıkıldığı yerdir.
Mizah yoğun olarak hissedilir.

#gezi "baş belası twitter"
İletişim ve haberleşme için satılmış, filtrelenen, kapatılan zift medyasının yerini sosyal medya yoğun olarak almıştır.

#gezi sırasında direniş tarihine örnek birçok şeye şahit olduk. Orada, o anda ortaya çıktı.
Çapulcular eylemden sonra elele vererek parkı kendileri temizlediler
Çapulcu olun olmayın, eylem yapın yapmayın, protestoların içinde bulunun ya da bulunmayın, polisin önüne çıkan herkes nasibini aldı. Açıklama şu idi "çapulcu sandım". Hiçbirşey yapmayan "Duran adam" ortaya çıktı.

#gezi araştıran, öğrenen, okuyan genç neslin sorguladığı, isyan ettiği park oldu.
Kendi halinde kitap okuyan gençlere, nefretle bakıldığını gördük.

#gezi her canlının sevildiği yer oldu.
Acıkınca mangal yapıp, biraz sonra kendine gaz sıkma ihtimali olan polise de ikram ettiler.

#gezi eğitimli, tam donanımlı ( toma, helikopter, gaz, maske ...vs. ) polise karşı okulundan, işinden çıkıp mücadele için gelen gençler gördük.

4 Ağustos 2015 Salı

Zorlama ile iş güvenliği

6331 sayılı kanun özetle çalışan güvenliğini, işverenin yatırımını, oluşacak her türlü can / mal / zaman kaybını önlemeyi amaçlıyor.

Ancak bazı yapılan hatalar vatandaşın ve işverenin bu kanuna güvenini sarstığı gibi, ilgisini de kaybetmesine yol açtı.

Her işimizde olduğu gibi çalışmaları son ana bıraktık, kanun ve bağlı yönetmeliklerin yürürlüğe girmesine az bir süre kala uzman yetiştirmeye kalktık. Son sınavlarda karşımıza çıkan hatalı sorular ( ve düzeltmelerin geç yayınlanması ) ile birçok uzman adayı hak mahrumiyetine uğradı. 

Bizlere yetki veren bakanlığı 80 soruda 14 hata yapmasını aklım bir türlü almıyor. Hele hele sınavın hatalı sorularının ise 15 ay sonra açıklanmasının hiçbir izahı yok. Beni değerlendirmeye çalışan koskoca bakanlığın 80 tane soru hazırlayacak, kontrol edecek bir kadrosu nasıl olmaz? Bakanlık soru hazırlamayı beceremezken, bizlerden çözmemizi nasıl bekler?

Aynı bakanlık benzeri hataları müfettişleri ile de yapıyor, beni denetleyen müfettişin benden daha iyi bilmesi gerekmez mi?

Yapılan diğer hata ise, kanun uygulamaya girdiğinde yetersiz uzman olduğu ortaya çıkınca yaşandı. Önce hizmet alma zorunluluğunu çok tehlikeli ve tehlikeli sınıfta tutarken, 50 kişiden az çalışanı bulunan az tehlikeli işletmelere 2 sene daha zaman tanıdılar. Uzmanların hala yetersiz olduğu ortaya çıkınca uzmanlara bir üst sınıfta hizmet verme hakkı sağladılar. Ancak bu da yetersiz kalınca, belirli bir sigorta gününü doldurmuş uzmanlara doğrudan o sınıfa yükselme hakkı tanıdılar.

15 sene önce üniversiteyi bitirmiş ancak babasının marketinde genel idare ile ilgilenen bir mühendis, yeterli günü doldurduğu için bir gecede A sınıfı uzman oldu. İnanılmaz.

Uzmanlığa başvuracak adayların mezuniyet dalları da genişletilince, çarşı pazar karıştı.

Ortada ne yaptığını bilmeyen bir sürü uzman oldu. Ne fiyat tarifesi belli idi ne de bunları denetleyen bir müfettiş ekibi.

Kanun yürürlükte olmasına rağmen hala, hizmet almayan bir işveren grubu var. "Ne gelen var, ne giden" mantığı ile "denetleme yok, ceza yok. 2 senedir ödeme yapıyorum. ne olduğunu hala anlamadım" diyen işverenler de az değil.

Bu kanunun en fazla itiraz çeken noktalarından biri zaten "devlet denetleme görevini başkasına devredemez" idi. Doğru! Uzman kendi namına ticari faaliyette bulunurken, ekmeğinin peşinde koşarken, devlete "burada eksikler var" diye ihbarda bulunamaz. Uzmanı fabrikası kapanan ya da para cezası ile karşılaşan işverenin ( hele kabadayı ise ) elinden hangi devlet kurumu alacak?

İşvereni ceza ile korkutmamak gerekir. Bu hizmeti isteyen almalı. Ancak gönül rızası ile bu hizmeti alan, kar amacı ile kurulan ve faaliyette bulunan işletmeye de maddi katkısı olmalı. Vergi indirimi, SSK payına katkı, bazı harçlardan muafiyet ... gibi. "Ya da hizmet almayabilirsin ancak iş kazasında canını yakarım, tek sorumlu seni sayarım" diyebilmeli devlet.

Çalışan eğitimlerini devlet vermeli. Eğitim olsun diye değil, çalışanı eğitmek için vermeli.

Acil durum eğitimlerini okullarda, iş yerlerinde, mahallelerde herkes bilmeli. Okullarda ders olarak okutulmalı. Bir yangın sadece fabrikada mı çıkar? Bir deprem sadece bir tesisi mi etkiler? Acil durumlara toplum olarak hazır olmalıyız. İlkyardım kuralları sadece iş yerinde mi gerekir?

Risk değerlendirme raporları, devletin sistemine de yüklenmeli. Hem kimler bu raporu hazırlatmış, kimler hazırlatmamış takip edebilir hem de raporlarda neler yazılıyor, incelenebilir.

Öneri ve tespit defteri de online olmalı. İşveren de, uzman da, hekim de ve o bölgeden sorumlu müfettiş de görebilmeli. İsteyen çıktı almalı. Bu devirde hala kağıt, defter, kaşe ...... ( aklıma hala seçimlerde parmağa sürülen mürekkep geldi. hani çipli kimliker ? )

Devlet hangi çalışanın iş başı, iş güvenliği eğitimine en son ne zaman katıldığını kendisi takip etmeli. Çalışan bu eğitime kendi isteği ile katılmalı. Katılmalı ki, primi daha az ödesin.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Sinyal vermek

Aslında emniyet kemeri takmak gibi bir alışkanlık işte. Alıştıktan sonra onsuz yapamıyorsunuz.

Yanlış öğrenilen birşeyi düzeltmek, değiştirmek zor olduğu için en baştan doğrusunu öğrenerek başlamak gerekiyor.

Sinyal vermekteki amacımız, diğer araçlara veya yayalara niyetimizi belli etmek, bu kadar basit.

Genellikle araç sollamaya niyetlendiğimizde hız şeridinde yolunu alacağımız araca uyarı vermek amacı ile kullanıyoruz "hızlı geliyorsun ama ben birazdan o şeride dalacağım, yavaşla ve yolu bana bırak". Hayır, o araç o şeritte olduğu için öncelik her zaman onun, sollamak niyeti ile onun mevcut bulunduğu şeride misafir olarak giriyoruz.

Sinyal önde bulunan veya arkadan gelen araçlara sonraki hareketimiz hakkında fikir vereceği gibi, kavşakta bekleyen araçlara da fikir veriyor. Bir "T" kavşak düşünelim, yavaşladığınız, durdunuz ve bekliyorsunuz. 90 derece dönüş yaparak yolunuza devam edeceksiniz. Solunuzu ve sağınızı kontrol ediyorsunuz, trafik müsait olduğunda hareket ederek o trafiğe karışacaksınız. Soldan ve sağdan gelenler önünüzden gelip geçiyor. Bir de bakıyorsunuz, soldan gelen araç yavaşladı, durdu ve sağa kırarak yanınızdan geçti gitti. Halbuki sinyal verse idi, onun sağa döneceğini ( düz devam etmeyeceğini, önünüzden geçmeyeceğini ) anlayıp trafiğe çıkabilecektiniz. Kızdınız, değil mi? Kızdınız çünkü, onun bu düşüncesizliği sizin zaman kaybınıza sebep oldu. Aynı şey diğer tarafa dönüşte de geçerli, aynı şey sizin sinyal vermediğinizde karşı taraf için de geçerli.

Trafikten bahsetmişten, diğer hatalı bulduğum noktaları da aktarayım.

Gidiş geliş şeritli bir yolda ilerliyorsunuz, gireceğiniz sapak sağ tarafta değil sol tarafta. Genel olarak uygulanan şu; sol sinyali ver, yavaşla ve dur, karşıdan gelen trafik müsait olduğunda solda bulunan sapağa gir. Akan trafikte durup, arkadan gelenlerin şeridini işgal edip, tehlike yaratmanın anlamı yok. Doğrusu şu olmalı; sapağa yaklaşırken sağ sinyal verip, uygun bir yerde şerit işgal etmeden sağda beklerken sol sinyal vermek ve hem arka hem ön trafik müsait iken sağa girmek. 

Döner ( ya da dönel ) kavşak diye 4 yolun kesiştiği göbeklere diyoruz. Bu kavşaklarda geçiş hakkı daima kavşak içindekine aittir. Dünyanın her yerinde böyledir.



Yol ver
Ortadaki resim aslında gayet güzel açıklıyor, sağ şeritten devam ederken kavşağa yaklaştığınızda önünüze "yol ver" tabelası çıkıyor. Önce yayalara yol veriyoruz. Sonra önümüze 4 şık çıkıyor, sağa girmek ( 90 derece ) , kavşağın yanında geçip düz gitmek ( 180 derece ), kavşaktan sola dönmek ( 270 derece ) ve kavşaktan tam geriye dönmek ( 360 derece )

Geçiş üstünlüğü kavşaktaki araca aittir, demiştik. Yani kavşaktaki araç seyrine devam edecek. bekleyen olarak onun önün atlamacağız, o geçtikten sonra yol müsait olduğunda yola giriyoruz. Bundan sonra ise yol bizde, tabiki sinyal vermeyi de ihmal etmiyoruz. Ayrıca sol tarafı her zaman kontrol ediyoruz ancak sağa da bakmakta fayda var.