Öleceğiz bir gün, gömecekler.
Birkaç gün övecekler, sonra kalan malını bölecekler;
Hatta memnun kalmayıp üstüne bir de sövecekler.
Öleceğiz bir gün, gömecekler.
Birkaç gün övecekler, sonra kalan malını bölecekler;
Hatta memnun kalmayıp üstüne bir de sövecekler.
hayırlı olsun; bir mutluluğu, sevinci paylaşmak için ( ev alındığında )
hayırlısı olsun; bir acıyı, kederi paylaşmak, teselli etmek anlamında kullanılır ( boşanmadan sonra ). sonuçlarını tahmin edemeyeceğimiz çok sonucu olan bir olaydan sonra "en iyisi hangisiyse o olsun" anlamında.
hayırlar olsun; biri telaşla haber getirdiğinde
hayrolsun; rüya gören kişiye
bir şeyler olacak yarın
duruşundan belli
kırdaki atların
bulutların koşuşundan belli
kazışından köstebeklerin toprağı
karıncaların telâşından belli
bir şeyler olacak yarın
belki bir tomurcuk
belki bir ağacın düşen yaprağı
belki de bir çocuk
pek o kadar göremesek de uzağı
kuşların uçuşundan belli
bir şeyler olacak yarın
öbür günden önemsiz
yarından önemli
Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahûr beste çalar Müjgân'la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahûr beste çalar Müjgân'la ben ağlaşırız.
Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı.
O mahûr beste çalar Müjgân'la ben ağlaşırız.
Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
Gün döndü geceler uzar hazırlık sonbahara
O mahûr beste çalar Müjgân’la ben ağlaşırız.
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme, artık neye yarar?
"Tanrı’nın buyruğu, Peygamber’in kavli ile aydan arı, günden güzel kızınızı oğlumuza istemeye geldik."
Orta Asya'da atalarımız bu cümle ile kız istiyormuş.
Şimdi kılıksızım, fakat
borçlarımı ödedikten sonra
ihtimal bir kat da yeni esvabım olacak
ve ihtimal sen
yine beni sevmeyeceksin.
bununla beraber pazar akşamları
sizin mahalleden geçerken,
süslenmiş olarak,
zannediyor musun ki ben de sana
şimdiki kadar kıymet vereceğim ?
"Ben ise daha karanlık bir yolun yolcusu idim. İstanbul’un bu halini gördükten sonra bütün istinat ettiğim nokta; Anadolu’nun hangi diyarında ve nasıl bir ümitle yaşadığını o dakika bilmediğim bir asi kumandan beni teselli ediyordu."
"Paşam Nereye Kadar Çekileceğiz?"
1.Dünya Savaşı ve İstiklâl Harbi Hatıraları
Mehmet Dürdali Karasan / Yay. Haz. (Torunu) Şeref Karadağ
Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu.
Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir.
Beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı.
O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu; Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu.
Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.
Tembellik insanı öyle sarar ve etkiler ki, çalışan bir insanın, tembelliğin kurbanı olmuş bir kişiden daha çok dinlenme zamanı vardır.
Bu sabaha hava berrak,
Bu sabah her şey billurdan gibi.
Gök masmavi bu sabah,
Güzel şeyler düşünelim diye.
Yemyeşil oluvermiş ağaçlar.
Bulutlara hayretinden.
Işıldıyor kanat seslerinden kuşların
İlk uçtukları günün altın sevinci.
Karlı dağlardır sefere çıkmış,
Vadideki suyun şırıltısında.
Ben gülüm, ben karanfil, ben de yasemin diyor,
Renk renk kokularla çiçekler,
Sahiplerinden memnun evin bahçelerinde.
Boy boy insan gölgeleri kımıldar
Güneşi içmiş kaldırımlarda.
Belli adım atışlarından,
İçlerinden geçen şey.
Bütün erkekler delikanlı,
Bütün kadınlar genç kız,
Fakirinde refah,
Hastasında sağlık.
Sorulsa çocuk bahçesidir derim,
Karşı bayırdaki mezarlık.
Bu sabah hava berrak,
Bu sabah herşey billurdan gibi.
Cahit Sıtkı TARANCI
Göklerle kucaklaşan dallarında çınarın
Yeşil bir sonsuzluk ve sevinçleri kuşların...
Nedir bu yaslı özlem, durup dururken, sende?
Gel, vatan tutalım bu çınarın gölgesinde.
Yıllarca aradım kendi kendimi
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
Hayal mıyım ürüya mı bilinmez
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
İnsan mıyım mahluk muyum ot muyum
Ekilir biçilir bir nebat mıyım
Yoksa görünüşte bir sıfat mıyım
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
Leyla mıyım Mecnun muyum çöl müyüm
Arı mıyım çiçek miyim bal mıyım
Köle miyim bir güzele kul muyum
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
Varlığım yokluğum bir Veysel adım
Gök kubbede kalacaktır ses kadim
Elli üç yıl kendi kendim aradım
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
Başaklardan kundağın,
Bağ, bahçe solun, sağın;
Yıldızlar oyuncağın...
Ağlama güzel çocuk!
Mavili bir nişan mı,
Nazarlara derman mı,
Göklerden armağan mı
Başındaki şu boncuk!
Urban yama yama;
Gönül koyma akşama.
Güzel çocuk, ağlama;
Anan orak biçiyor..
Tanrım sevsin başını;
Rüzgar silsin yaşını..
Babanı, kardaşını
Sakarya ufkuna sor!..
Unutma sakın dünü;
Bitmez bu zafer günü.
Atanın ak yüzünü
Senin yüzün ak tutar.
Oğlusun bir askerin,
Ağlama derin derin..
Başak tutan ellerin
Bir gün al bayrak tutar.
Ömer Bedrettin Uşaklı
(1904 - 1946)
İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah.
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.
Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilmezsiniz kim diker;
Ben dikerim.
Dalga geçerim kimi zaman da,
O da benim vazifem;
Bir baş düşünürüm başımda,
Bir mide düşünürüm midemde,
Bir ayak düşünürüm ayağımda,
Ne halt edeceğimi bilemem
Beni en güzel günümde
Sebepsiz bir keder alır.
Bütün ömrümün beynimde
Acı bir tortusu kalır.
Anlayamam kederimi,
Bir ateş yakar derimi,
İçim dar bulur yerimi,
Gönlüm dağlarda bunalır.
Ne kış, ne yazı isterim,
Ne bir dost yüzü isterim,
Hafif bir sızı isterim,
Ağrılar, sancılar gelir.
Yanıma düşer kollarım,
Görünmez olur yollarım,
En sevgili emellerim
Önüme ölü serilir…
Ne bir dost, ne bir sevgili,
Dünyadan uzak bir deli…
Beni sarar melankoli
Kafamın içersi ölür.
Not: Nükhet Duru pek de güzel söyler
Present perfect tense, geçmişten başlayan ve günümüzde etkileri hala hissedilen olaylardır. Mesela kredi kart borcu veya soğan yemek gibi örnekler verilebilir.
Past perfect, adı üstünde. geçmiş harikaydı, güzel zamanlardı
ben binerim gemiye
biletçiden habersiz
ben yolculuk ustasıyım
her geminin tayfasıyım
benim dünyam kuşbakışı
ben geminin martısıyım
Başım köpük köpük bulut
İçim dışım deniz
Ben bir ceviz ağacıyım
Gülhane Parkı'nda
Budak budak
Şerham şerham ihtiyar bir ceviz
Ne sen bunun farkındasın
Ne polis farkında
Ben bir ceviz ağacıyım
Gülhane Parkı'nda
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril
Koparıver gözlerinin gülüm yaşını sil
Yapraklarım ellerimdir
Tam yüz bin elim var
Yüz bin elle dokunurum sana İstanbul'a
Yapraklarım gözlerimdir
Şaşarak bakarım
Yüz bin gözle seyrederim seni İstanbul'u
Yüz bin yürek gibi
Çarpar çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım
Gülhane Parkı'nda
Ne sen bunun farkındasın
Ne polis farkında
Not: Cem Karaca pek de güzel söyler
Bir salonda hiç spor yapmamıştım. Sadece yazları yüzme ve plaj voleybolu, mevsim uygunsa yürüyüş.
Boks kültürünü merak ediyordum, karşıma fırsat çıkınca kaçırmak istemedim.
Kurs hafta içi her gün 16-18 ve 18-20 arasında 3 ay boyunca sürdü. Profesyonel sporcular çift idman yaparken bana tek idman yeterli oldu. Sonradan da şunu fark ettim, her gün antrenman yapmak aslında yanlış. Dinlenmek de gerekiyor, bu yüzden 2 gün idman 1 gün dinlenme ve 2 gün idman 2 gün dinlenme şeklinde haftayı tamamladım.
Antrenmana giderken ve dönerken çantam sırtımda 1 saat de yürüdüm.
İlk 1 saat ısınma aslında bana yetiyordu, sonrasında ip atlama, gölge boksu, torba, sparring, antrenör ile pad yumruklama, ayak hareketleri ile 1 saat daha geçiyordu. arada kısa molalar olduğunu da eklemem gerekir. Sonrasında 15 dakika esneme ve soğuma hareketleri ile günü bitiriyorduk.
Gördüğüm bu sporun aslında ağır olduğu, boksörler beden terbiyesi için oldukça ağır antren yapıyorlar. Bütün sporlarda öyledir belki çünkü her spor branşında ağır rekabet var. Beslenmesi, uykusu, güç-hız-teknik antrenmanları ile rakiplerinize fark atmanız gerekiyor.
Çocuk kardeşlerimizin ve kızların da bu sporu yaptığını görünce sevindim açıkçası. 3-4 sene pişmiş bir gencin değişimine şahit olmanız ise bambaşka.
Spor yapmanın diğer bir güzel yanı ise sokaklardan uzak tutması.
Bu sporu yaparken ortak noktaları olan başka sporları yapmak da gerekebilir, gizli dinlenmenin faydası tartışılmaz.
Her zaman olduğu gibi doğru yönlendirme ve bilinçli aile çok önemli.
"Metin Gazoz, oğlunu olimpik bir sporcu yapmak için çok araştırdı, çok okudu, çok danıştı. İlk olarak okçulukta duruşun, kuvvetini geriye doğru kullanmanın önemli olmasından dolayı sırt kasları gelişsin diye oğlu Mete'yi yüzmeye gönderdi. Sonra hem sol hem de sağ elin koordinasyonun sağlanması yani ellerin itiş ve çekiş yapabilmesi için, zamanlamanın gelişmesi için okul basketbol takımına yazılmasını sağladı. Okçuluğun nişan alınan bir spor olmasından kaynaklı olarak bakmak ve görmenin farkını ayırabilmesi için oğlunu resim kursuna yönlendirdi. Bütün bu eğitimlerden geçen Mete, beynin hem sağ hem sol bölgesini aynı anda geliştiren, algıyla düşüncenin farklı bir kombinesini sağladığı belirtilen piyano eğitimi de aldırdı."
Kendi yorumu ise şu şekilde "Mental özellikler çok daha önemli. Çünkü siz de rakibiniz de aynı fiziksel antrenmanları yapıyorsunuz. Aynı atışları çalışıyorsunuz. Ama eğer mental olarak onun birkaç adım ötesine geçebilirseniz işler değişir. Mesela ben bazen turnuvalarda atış yaptıktan sonra gülümsüyorum. Atışın iyi veya kötü olması önemli değil. Önemli olan rakibiniz, sizi dev ekranda izlerken güldüğünüzü görmesi. Çünkü o zaman kafasında, “Ya atış kötüydü ama hâlen daha mutlu” veya “Atış iyiydi ve daha da iyileri gelecek” kuşkularını yaratabiliyorsunuz. Bu bir zihin kapışması."
Aynı şekilde İbrahim Çolak ise "30 saniyelik performans için 20 yıldır çalışıyorum." demiş.
Yakın zamanda duyduğum şu söz ise tüm spor dallarında değişmez bir kural "maç ( veya kupa, madalya ) antrenmanda kazanılır." Bunu doğrular biçimde Kobe Bryant nasıl antrenman yaptığını anlatıyordu "rakipleriniz günde 1 defa antrenman yaparken siz 2 hatta 3 yapın. 1 yıl sonra 1 yıl fark atmış olursunuz, belki de 2 yıl sonra 4 yıl fark atmış olursunuz. bir süre sonra bu fark öyle bir açılır ki asla kapanmayacak bir hale gelir."
Michael Phelps ise kendini adayanlardan "Ye, uyu ve yüz". Günlük tükettiği 10.000 ( bazen 12.000 ) kalorinin 5 kişiyi beslemeye yetebileceğini görmek zor değil. Madalyaları kazandığında 85 kg olan vücudunun yağ oranı ise sadece %8. Nasıl bir idman yaptığını siz düşünün.
Görüyorsunuz başarı şans değil, Novak Djokovic, Jordan, Muhammed Ali, Van Hoodjonk ... arkasında hep doğru yönlendirme, çok çalışma, farklı bilimlerden destek almayı görüyoruz. Her birinin benzer başarı öyküleri var.
Konu nerelere geldi.
Boks ve bazı diğer sporların ortak yönleri var, örneğin ayak hareketleri eskrim ve masa tenisi ile benzer. İp atlayarak voleybol ve basketbolda kullanacağınız sıçrama yeteneğiniz gelişebilir. Denge, refleks, kas geliştirmek için harikadır.
Neden boks yaptım ve yapacağım?
Kas, denge ve refleks geliştirmek
Kalori yakmak ve yağ eritmek
Yorularak iyi bir uyku çekmek
Bir savunma sporu öğrenmek
Yazın oynayacağım plaj voleyboluna hazırlanmak için
Kendinize güvenmek
( Torbaya yumruk sallayarak ) sinirinizi boşaltmak
4 yumruk yiyecekken, 1 yumruk yemek
10 yanlış yumruk atacakken, 2 düzgün hızlı nizami sert yumruk atmak
istiyorsanız, boks tam size göre.
Zaman kötüye gidiyor, ne zaman nerede kendinizi savunmak zorunda kalacağınız belli olmaz. Evet tabanca, tüfek, bıçak kullanabilirsiniz ancak yumruklarınız, refleksiniz her zaman yanınızda.
Dahi anlamındaki "da" ayrı yazılır.
Örnek: Leonardo da Vinci. Adam dahi
Bu "da" ayrı bir kelimedir, bağlaçtır. Cümleden çıkardığınızda anlam bozulmaz, sadece "da" olarak yazılır.
Dahi, ayrıca kelimesi ile yer değiştirebilir.
Yeri gelmişken, üstün zekalı anlamına gelen ve ayrıca anlamına gelen dahiler farklı okunur.
Ek olan ise -de ve -da olarak 2 çeşittir. Ayrı bir kelime değildir. Cümleden çıkardığınızda anlam bozulur.
Günümüzde “El, gün bize ne der sonra?” ve “Ele güne karşı” deyimlerinde geçen el ve gün kelimeleri, geçmişte İl (devlet) ve Kün (halk-millet) anlamlarında kullanılmıştır.
Bu kelimeler zamanla “Devlet ve millet bize ne der sonra?” şeklindeki anlamını yitirerek “Başkaları bize ne der sonra?” anlamını kazanmıştır
El alem ne der sonra? Yabancı insanlar ne der sonra? olarak da kullanıyoruz.
Hay'dan gelir, Huyn'a gider.
* Hay: Ermeni
* Huyn: Rum
Osmanlı zamanında Ermeni'den rüşvet alan memur, eve haram para sokmamak için, Rum meyhanesinde yermiş.
İnsan
neyin açlığını çekmişse, o masanın oburu
neyi duymaya muhtaçsa, o ağzın kölesi
nerede görmezden gelinmişse o sahneden inmez olur.
Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın
Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın
Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın
Ne gelsemdi ne giderdim
Günden güne arttı derdim
Garip kalır yerim yurdum
Dostlar beni hatırlasın
Acar solar turlu çiçek
Kimler gülmüş kim gülecek
Murad yalan olum gerçek
Dostlar beni hatırlasın
Gün ikindi aksam olur
Gör ki başa neler gelir
Veysel gider adı kalır
Dostlar beni hatırlasın
"Bizim neslin gençlik yıllarında Osmanlılık telkin ve etkileri hâkimdi. İmparatorluk halkını meydana getiren Türk’ten başka milletlere, bu arada yanlış bir din anlayışıyla Araplara, sarayın, ordu ve devlet ileri gelenleri arasında bulunan soydaşlarının etkisiyle Arnavutlara özel bir değer veriliyor, onlardan söz edilirken “kavm-i necib” deyimi ile sıfatlandırılarak bu duygunun belirtilmesine çalışılıyor, memleketin sahibi ve devletin kurucusu olan biz Türkler, ikinci planda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyorduk.
Şair Mehmet Emin Yurdakul’un, ilk defa Manastır Askerî İdadisi’nde öğrenci iken okuduğum “Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur” mısrasıyla başlayan manzumesinde, bana ulusal benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum.
Fakat ben asıl bunu, Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının 'Kavm-i Necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın' diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun (Türk askerinin) iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve kuvvetle duydum.
Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. Benim hayatta yegane fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir."
Yahya Kemal’in başka bir şiirinde bir kelime için yıllar boyu beklediği rivayet edilir. Beşiktaş'ta bulunan Barbaros Hayrettin paşa türbesinin tam karşısında kendi adı ile anılan meydana dikilen anıtta bulunan şiiri ( aslında "Süleymaniye'de bayram sabahı" şiirinin bir kısmı ) aşağıdaki gibidir.
Deniz ufkunda bu top sesleri nereden geliyor?
Barbaros belki donanmayla seferden geliyor.
Adalardan mı? Tunus’tan mı? Cezayir’den mi?
Hür ufuklarda dolanmış iki yüz pare gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor.
O mübarek gemiler hangi seferden geliyor?
Neyzen Tevfik ise bir taşlama yani hiciv şairidir. Kendine has sert bir üslubu ve karşısındakini yerin dibine sokacak edebi bir dile sahiptir. Ele avuca sığmaz, karşısındaki vekil midir başvekil midir düşünmez.
Bir gün Beşiktaş’ta Yahya Kemal Beyatlı’nın denizlerin efendisi Barbaros Hayrettin Paşa’ya yazdığı şiiri okur ve aşağıdaki gibi döker içindekileri.
Edebi bilgini Hayrettin Kaptan
Beş asır önceden biliyor gibi.
Ikına ıkına yazdığın şiire
Barbaros kıçını siliyor gibi.
Senelerce bir kelimenin beklemeyi kabızlık olarak tarif ederek anında cevap vermiştir Neyzen. Şiirin Hayrettin Paşa’nın arkasında yazıyor olması da bir ayrıntı.
Bu sofracık efendiler, - ki iltikaama muntazır
Huzûrunuzda titriyor - şu milletin hayatıdır;
Şu milletin ki muztarip, şu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...
Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı iştihâ sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Şu nâdi-i niam, bakın kudûmunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazânızın, evet, o hak da elde bir...
Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı zi-safâ sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say:
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı iştihâ sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurûr-i ihtişâmı var, sürûr-i intikâamı var.
Bu sofra iltifâtınızdan işte âb ü tâb umar.
Sizin şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...
Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı can-fezâ sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Verir zavallı memleket, verir ne varsa: mâlini
Vücûdunu, hayâtını, ümidini, hayâlini
Bütün ferâğ-ı hâlini, olanca şevk-ı bâlini.
Hemen yutun düşünmeyin harâmını, helâlini...
Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı iştihâ sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mi'deler kavî, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı pür-nevâ sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!